25 Mayıs 2015 Pazartesi

... ama hayat güzel!

      Ders: örgüt sosyolojisi
      Konu: hepsii 
     (ilkokul anılarım canlandı) :)
     Masanın üzerinde bana arsız bir şekilde sırıtan envayi çeşit örgüt ders notlarım ve ben. Çalışmaya çalışmak diye bir serzeniş vardır bilirsiniz hıh işte o cümle üzerine master yaparım sanırım. Üniversiteden sınıf arkadaşlarımın çoğu çalışıyor eğitimlerini devam ettiriyor bense hala örgüt sosyolojisi efendime söyleyeyim felsefe tarihi ve bitirme tezi ile uğraşıyorum! Tanrım ne acı. Okul uzatmakta varmış kaderde ah aziziim diye fısıldıyor iç sesim. :) Biteremedik işte hayırlısı. aslında biterememek pek taktığım bir durum değil. (Yazının başında üzülmüştüm çünkü ailem okuyor bazen yazılarımı o yüzden üzülüyorMUŞ gibi yaptım :) )  Zaten hayatın bir çok evresindede -muş gibi yapmıyormuyuz. ( Değerli Doğan Cüceloğlu benliğime kazandırmıştı bu farkındalığı) 
    Bazen mutluy-muş gibi yaparız bazen üzgün-müş gibi bazen seviyor-muş gibi ahh bazense hiiç takmıyor-muş gibi vs. Uzar gider bu örnekler. Nitekim bizde biliriz -miş gibi yaşanmışlıklarımızı.. Bir an hayattaki görevimizi unuturuz. 'Beni alın biraz kendime geleyim sonra tekrar yaşamak istiyorum' ya da 'Şuan zaman dursun.' tarzında cümleler kurarız modern zaman savaşçıları bizler. 
   Dün yani 25 mayıs galatasaray şampiyon oldu bilirsiniz. aslında 'sahile gidecektik bir yerde oturacaktık ve zeytin göze ders anlatacaktım' ( Başkasına anlatınca çok iyi oluyor akılda kalıcılık açısından bilirsiniz) Ama o da ne galatasaray şampiyon olmuş. Zeytin göz heyecanla Taksime çıkalım mı? dedi. Ders çalışmak istemiyorum ya canıma minnet tamam deyiverdim kocaman bir gülümsemeyle. Hemen bi kabataş vapuru ordan füniküler pat Taksimdeyiz. Amann Allah'ım bu nasıl bir takım aşkı insanlar hunharca tezahürat ediyor. Meşaleler yakılıyor dört bir yandan. Her kadın gibi futbolla aram yok benim gerçi her demeyelim bazı kadınlar gibi. Zira dün bayan taraftarlarda vardı. zeytin göz Allahtan formam nerde giyip çıkayım dedi ve giydi yoksa Taksimde bende keşke giyseydim naraları atacaktı. Forması giyen atkısını alan gelmişti. Futbola ilgim az fakat Taksimin enerjisini sevmiştim. Kutlamalar, eğlenceler derken geceyi bitirdik. Futbol nasıl bir ateşti. İnsanların sevinçleri aklıma geldikçe gülüyorum. :) 
    Hayatta futbol gibi olsaydı aslında. Sen hayatta birden tökezleyince yukarlardan bir yerlerden bir ıslık çalsa mesela ve seni alsa 'Hayat yordu seni biraz otur.' dese sonra ben iyiyim oyuna dönebilirim falan desen.  Bence iyi olurdu.  Hayatlar ve hayaller. Bunlar ütopik şeyler biliyorum ama hayal kurmayı seviyorum. Çünkü insanların hayalleri sınırsızdır. Herşeyi yazan sensin istersen hiç sevmediğin birini hayalinde tuvalet terliği yapabilirsin. ( Biliyorum çok acımasızca.) :) 
    Dönem dönem haykırışlarımız olur yorgunluklarımız şuan ne yapmalıyım dediğiniz anlar.. Bunlar geçer ve hayat devam eder. Benim biricik kardeşimle bir sloganımız var. Telefonda saatlerce konuşur dertleşiriz. Kardeşim (Burcu) anlatır anlatır ama en sonunda derki: .... ama HAYAT GÜZEL...
    Ne yaşarsanız yaşayın son cümleniz '...ama hayat güzel olsun!'  
    Güzel günler diliyorum..  Son olarak Nazım Hikmet in 'Yaşamaya Dair' şiirinden bir dörtklük hepinize yaşamınızda eşlik etsin bu dörtlük ve bu şiir..
              YAŞAMAYA DAİR
        YAŞAMAK ŞAKAYA GELMEZ,
        BÜYÜK BİR CİDDİYETLE YASAYACAKSIN
        BİR SİNCAP GİBİ MESELA,
        YANİ, YAŞAMIN DIŞINDA VE ÖTESİNDE HİÇBİR ŞEY BEKLEMEDEN
        YANİ, BÜTÜN İŞİN GÜCÜN YAŞAMAK OLACAK.

  Nazım'lı günler diliyorum..
     

23 Mayıs 2015 Cumartesi

Canı sağolsun :)

      Merhabalarr özledim sizii!
   Firar etmiş halde buldum kendimi onca heyecanla yazdığım yazılar öksüz ve yalnız kalmış buracıkta.. Oysa nasıl başlayıvermiştim ne umutla bloger olma hevesi ile yanıp tutuşmuştum.
      'O işler öyle olmuyor be güzelim!' Diyerek kendime geldim neymiş efendim hergün farklı yazılar evlilik üzerine bi yazı dizisi falan filan.. gülüyorum kendime kimi zaman okuduğu kitabi bile tamamlayamayan, heyecanına sıkılganlığı ile bir çok şeye yenik düşen ben büyük işlere kalkışmışım sanırım. Gün aşırı yazamam belki ama yazabilirim. yazabilme arzusu parmaklarımı klavye ile buluşturdu a dostlar. :) uzun zaman yazmayınca eleştiriler aldım 'A canım neden yazmıyorsun kalemin iyiydi be.' tarzında cümleler zihnimde adeta raks etti. aklıma gelen fikirleri afili cümleleri not ettiğim günler nasıl da çocuklar gibi şendim!!  
    Ehh yazmalıyım bende tabi burdan sıkılana kadar yazmaya devam bir avuç okurlarımı mutlu etmek nacizane bi görev benim için. Bilirsiniz kalkıştığınız olaylarda her zaman  zaferle çıkamayabiliyorsunuz. Nasıl umutla başladığım onca işin onca fikrin tarumar olduğunu görmüşlüğüm var zira sizinde vardır.  Daha bunun örneğini dün yaşadım. 'Biriyle ve ya birileriyle küs olan insanların kişilik bozukluğu varmış.' Diye bir tez var. Elçiye zeval olmaz duydum yazıyorum. :) 4 yıllık acımı sevincimi yaşadığım dostlarla bi tatsızlık yaşadım konuşmadık sonra..... Dün uyandım ve farklı bir gün olsun istedim. Arkadaşıma yazdım sağolsun kırınlığına rağmen olgunlukla karşıladı beni bu umutla diğer arkadaşıma yazdım. Ta ta ta taaaam!!! Hüsran. herşeyi değiştirmek isteyen ben birden bire bir hengamenin içinde buldum kendimi anlatamadım derdimi.. Üzüldüm ağladım.. Nasıl yola çıktım nasıl geceye ulaştım aydınlık bir gün dilemiştim olmadı. En başta da belirttim ya istediklerimiz umduğumuz şeyler olmuyor bazen. Pat diye klişe tabir ZAMANN çıkıyor karşımıza. Dün arkadaşım ile dostça konuşmanın zamanı değilmiş. Ama inanıyorum bir gün olacak!! İnanırsak olur çünkü.  Olayın şokuyla anlattım olayı bir kaç dosta aldığım cevap şuydu: 'Boşver sen üzerinden atmışsın.'  Ben haksızdım biliyordum ama amacım üzerimden atmak değildi amacım İYİ OLMAKTI DOSTUMLA İYİ OLMAK İÇ HUZURU YAKALAMAK.. Velhasıl olmadı efendim.  Sonra yürüdüm yürüdüm ve canı sağolsun dedim. 
    Seveninde söveninde ah edeninde canı sağolsun....
    Bu dünyaya sevmeye geldim eşi dostu görmeye geldimm.. :)
     Hadi tıkla linki aç sesi kendini herkesi affet sev kelebek ömrü misali ömrün bunun bilincinde yaşa...
Sevgiler efendimm :)

28 Mart 2015 Cumartesi

Yaşamayı Bilmek!!


     Denizi seyretmek hep beni bambaşka yerlere götürür. Sanki içimdeki minicik derdim kocaman olur yüreğime sığmaz ya da ne bileyim yüzümdeki tebessüm kocaman kahkaya döner. Ne hissediyorsan daha bir derinleşir. Ya kendimi bulurum yada kendimden uzaklaşırım. Denizi izliyor ve bir yandan da cömertçe kavrulan susamın kokusunu içime çekerek  bir parça kopardığım simitten yiyordum. Aslında yiyorduk, martılarla paylaştığım simit paylaşmanın verdiği etkiyle hiç tükenmiyordu sanki. Uzaklara çok uzaklara dalmıştım. Bir yudum ayrandan aldım.(Simit ve ayran benim için şık bir restaurantta yediğim hafif pişmiş rostodan daha kıymetlidir zira.) Dalgınlığımı yan taraftaki bayanın ayakkabısını boyamak isteyen 23 yaşlarında melez bir tene sahip boyacı genç bozmuştu. Sahil boyunca öyle çoktu ki ekmek kavgasında olanlar termosuna çay doldurup satanlar çiçek satanlar hayata tutunup bir parça ekmek almak için gün boyu ayak aşındırıyorlardı. Yüzlerinde dimdik ve gururla yaptıkları işin sevinci vardı. Haklılardı. Boyacı genç turist olan bir kadına kötü aksağanlı bir ingilizceyle ayakkabısını gösterek boyamak istediğini söyledi. Genç kadın kibarca reddederken boyacı çocuğun arkasında genç kadının erkek arkadaşı vardı. Elindeki kahveyi tutarken boyacının gitmesini bekledi. Boyacı genç gitti ve yerine oturuverdi genç adam. Şaşkınlığım eminin yüzümden okunuyordu. Nasıl kibarca beklemişti. Türk erkeği yabancı arkek mukayesesi yapıyordum zihnimde. Bir türk erkeğini başrole koyarak canlandırdım yok  hikaye tam olarak öyle aksetmiyordu. En azından bir türk erkeği böyle cool davranmazdı. Olsun türk erkeklerinin kendilerine has maçoluğunu kabullenmiştik. (Gülümsedimm) 
     Turistlerle ilgili hasbihal ettik eşimle.  Nasıl yaşıyorlardı.(Kıskandığımı söyleyebilirim.) Kendi ülkelerindede bu tutkuyla mı yaşıyorlardı. Üzerlerindeki özensiz kıyafetleri. Marka spor ayakkabıları. Gelişigüzel topladıkları saçları.  Mertçe yaşıyorlardı güzel ülkemde. 
     Turist gibi yaşamak!!
   Bizler yaşamımızın çalkantılı oyunlarına ayak uydururken, iş hayatının cilvelerini çekerken, metroya yetişmek için koşar adım yürürken onlar nasılda güzel yaşıyorlardı.. Evet biliyorum onlar gezmek için keşfetmek için yola çıktılar amaçları gezmek, evet biliyorum bizim işimiz başımızdan aşkın. Evet bunları bende biliyorum ve farkındayım. Peki boş zamanları nasıl geçiriyoruz. Biz kadınlar sülenerek, yemek  temizlik gibi işlerle. Erkeklerse futbol izleyerek 'Ben biraz kestireyim.' diyerek ve ya kahvehaneleri mesken tutarak. Bunlar tabiki zorunlu  yada keyfi yapılacak şeyler. Ben diyorum ki: 'Azizim adamlar bizim ülkemizi bizden çok biliyorlar.' Ben sana sesleniyorum. Cem Yılmaz'ın Fundamentals tek kişilik gösterisinde sık sık tekrarladığı gibi 'Turist gibi yaşayın kardeşiim.'  Kesinlikle hayat felsefemde uyguladığım bir cümle. Şimdi diyeceksinki ne gezmesi ben ekmek kavgasındayım. Sen açlık sınırında olduğumuzun farkında mısın? Farkındayım ama ben yinede yaşamayı bilmediğimizin kanaatindeyim.
     Eğer senin içinde aşkla yaşamak varsa yaşarsın basmakalıp bahanelere sığınarak yaşamak güçsüzlerin işidir ahh güzel insan. Bir ekmeği bile gözlerdeki sevinçle bölüşmektir yaşamayı bilmek. Kanser olan hergün bakımlar yaptığı rapunzel saçlarından yoksun kalan kadının kahkahalarındadır yaşamayı bilmek. Bende yaparım burda fakir edebiyatını ama işin rengi öyle değil a dostlar. 
     Velhasıl kelam yaşamayı bilin. Bende biliyorum ne zorluklar yaşadığınızı. Ama güçlü  ve mağrur olun. Turist gibi yürekten kasmadan yaşayın.Kaliteli yaşayın. Ahh ne güldüm bugün diyerek yaşayın.
     Rüzgarda savrulan yaprak değil hırçın dalgalara karşı sapasağlam durup gülüşen kaya gibi olmanız dileği ile..(Ah bu arabesk bulduğum sözü söylediğime inanamıyorum.) :)
        Gülümsemediğiniz bir gününüz olmasın efendim.. :)

24 Mart 2015 Salı

Eskiden Buralar Dutluktu


     Eski ahşap oyma vitrin takımını inceliyordum. Kristal bardak takımları, çini porselenler, bir genç kızın çeyizi olabileceğini düşündüğüm çiçekli incecik kahve fincanları, sütlü kahve rengi pasta tabakları ve parlak camın kenarından sarkan işçiliğinin mükemmel olduğunu düşündüğüm  dantel örtüler.. Kimler ağırlanmıştı bu takımlarla nasıl güzellikler  yaşanmıştı acaba. Kimin dedikodusu yapılmıştı çiçekli fincanlardaki kahveyi yudumlarken. Vitrindeki takımlar misafirler içindi sanırım onlar gelince ipek masa örtüsü üzerine şiir gibi yerleştirilmiş bu takımlarla yaşanılan mutlu anları düşündüm. Ahenkli bir kompozisyona sahip tabloyu seyrediyordum. Sessizliği bozan bu vitrine sahip olan kadının gelini olmuştu.
     -'Biz eskiden bir araya gelince saatlerce sohbet ederdik. Şimdi size bakıyorumda hepiniz telefonlarınıza gömülmüşsünüz.' dedi. 
     Ziyaretine gittiğim arkadaşlarımda sessiz sakin telefonla raks ediyorduk. Ta ki bu cümleleri duyana kadar heipimiz birbirimize baktık suçluluk duygusu ile. Ne kadar da haklıydı kadıncağız. Nasılda kendimizden geçmiştik oysa konuşulacak ne çok şey birikmişti. Hepimiz birer teknoloji mağduruyduk ve malesef  halimizden memnunduk, mutluyduk..
     Hep eskilerde çook eskilerde yaşamak isteyen bir insan olarak mutluluk kavramının günümüzde yozlaştığını ve daha farklı şekillerde yaşandığını düşünüyorum. Babamlar dokuz kardeşli kocaman bir aile. Yaz tatillerinde hepimiz babaannemlerde bir araya gelerek bol kahkahalı akşamlar yaşardık. Ne günlerdi! Babam ve amcamlar gençlik anılarını anlatır dedem ise yüzündeki düşünceli ve sonsuz gülümsemesiyle, hala aşık olduğu kadına babaanneme ve çocuklarına bakardı. Bense kahkahalara boğulurken dedemi izler ve acaba ne düşünüyor  derdim kendi kendime.  Nasıl da coşkuyla anlatırlardı. Gözlerindeki o ışık. Anlatırken bile mutlulardı. Ne yaşıyorlardı böyle nasıl yaşamışlardı? 
     Şimdilerde sevgimiz saygımız mutluluğumuz daha farklıydı. Aramızda 5-6 apartman olmasına rağmen amcamı bir ay boyunca görmediğimi bilirim çok yakın geçmişte. Kendi kabuğumuza öyle çekilmiştik ki. Bana dokunmayan yıl bin yaşasın sözünü hayatımıza uyguluyorduk bilerek ya da bilmeyerek. 
     -Ahh! Nerede o bayramlar. 
     Duymayan var mı bu cümleyi? Benim her bayram kulağımda yankılanır. Bu klişede bir mutsuzluk yok mu? Eskiden bayramlar mutlulukmuş. Çocuklar baş uçlarında kırmızı rugan ayakkabıları ile uyurken mutluymuş. Şimdilerde ise ipad sahibi çocuklar mutlu...  
     -Buralar eskiden dutluktu şimdilerde rezidans azizim!!
     Öyle hızlı yaşayıp tüketmişiz ki herşeyi. Değerleri değersizleştiriyoruz. Öyle anlamlı geleneklerimiz var ki. Hepsini unutup unutturmuşuz. Aşure ayında, gelin gibi süslediğim aşurelerimi komşularıma ikram etmek için hazırlayıp büyük bir heyecanla daireleri dolaştığımda hayal kırıklığım her katta çoğalarak bir çığ gibi büyümüştü. Taşınalı çok olmasına rağmen neredeyse hiçbir komşumu görmemiştim. Aşure ikram ederkende amacım tanışmak ve kaynaşmaktı. En azından aynı sokak kapısını paylaştığım insanları görecektim. Pek umduğum şekilde olmadı. Heyecanım yerini üzüntüye bıraktı. Sıcak karşılanmamıştım. Komşuluk ilişkileri diye bir şey yoktu. Aşure geleneği bereketi kaynaşmayı simgeleyen bir gelenek olarak kalmıştı beynimde sanırım ben yanlış hatırlıyordum.(!)  Aile yaşantımız, akrabalık ve komşuluk ilişkilerimiz değişip gidiyor. 'Amaan canım biz mi değiştiricez bu olanları?' demeyin. Orman  yangınında gagasıyla su taşıyan bir serçeyi düşünün. Ormana su taşıyan siz olun!!
     Yine başınızı şişirdim efendim :) Lafı uzatıp sıktıysam affola..
     Muhabbet dolu günler diliyorum. 

23 Mart 2015 Pazartesi

Güvercin ile Fil'in Aşkı!




         Ölümden dönen, hayatının çoğunu yatağa bağlı geçiren, aşık olan, aldatılan, anne olamayan, toplumun yalnız bıraktığı bir kadın. Öteki kadın FRİDA KAHLO... Muhteşem portreler çizen ressam. Bazı insanlar sevinçle sürdürürken yaşamlarını bazıları acıyla sürdürür. İşte Firda acı ile sürdürenlerden.
      Bugün sizlere bir kadının yaşam öyküsünü anlatacağım. Her kadın özeldir bilirim ama bu kadının başka. Çok ÖZEL... Kadere inanır mısınız bilmiyorum fakat kaderin kederle cilveleştiği bir kadın. Resimlerinin her biri yaşadığı o meşakkatli günlerinin tanığı.
Meksikalı Frida. 19 yaşında geçirdiği otobüs kazası ile ölümden dönen yatağa bağımlı yaşayan inanılmaz bir yaşam mücadelesi sergileyen bir kadın. Anne ve babasının yatağının tepesine koyduğu aynaya bakarak portreler çizen Frida, tek bir kadından onlarca kadın türetmiştir adeta. Mücadelesini bırakmaz ve yeniden ayağa kalkar. Bu dönemde hayatının aşkı olan Diego Rivera  tanışır. Diego kocaman bir cüsseye sahip göbekli bir duvar ressamcısıdır. Evlenirler. Ne acı ki çalkantılıbir ilişkililer silsilesi onları bekler. Aldatılır hem çok kez aldatılır ama sevdiğini bırakmaz, bırakamaz. Sadece kocası değil arkadaşı, çocuğu ve yoldaşıdır Diego.(Feminist olan ve bunu yapabilen bir kadın şaşkınım.) Bir kadının en baş döndürücü isteği alan annelik duygusuna ramak kalmışken sağlık durumundan dolayı bebeğini kaybeder. İki kez kürtaj olur.('Ahh bu nasıl bir hayat.' dediğinizi duyar gibiyim.) Bu olayları yaşayan her kadın aslında yıkım yaşar bilirsiniz. Fakat bu cümlenin öznesi Frida'dır. Yaşadıklarını kederle resmeder sadece. Diego'nun bu kez aldatmasını kaldıramayan Frida ayrılığı seçer. Fil ile güvercin ayrılır.(Diego ile Frida'nın ilişkisi fil ile güvercine benzetilir çevrelerindeki insanlar böyle bahseder bu iki ressamdan.) Ahh koca fil ve naif ama kanat çırpınışındaki asi halleri ile hayran bırakan güvercin. Ahh FİL VE GÜVERCİN... Frida nın ayrılırken kullandığı cümleler Diego'yu çok etkiler..
     -Ben hayatımda iki defa kaza geçirdim Diego! Biri beni sakat bırakan o otobüs kazasıydı ikincisi ise sen...
     Güvercin de sever fil de... Bilirim klişe ama severek ayrılık görünmüştür kaderde..
     Suikastçı bir ressamın arkadaşı olduğu için sorgulanan Frida  hapse girer ve çıktığında Diego ile tekrar bir araya gelerek ikinci kez evlenirler.(Ayrılıkları sadece 1 yıl sürmüş.) Bu dönemde Frida'nın hastalıkları tekrar gün yüzüne çıkar ve kangıren olması sebebiyle sağ bacağını kaybeder. Hergün biraz daha ölen Frida açtığı ilk sergisine gitmek ister fakat doktoru izin vermez bu duruma başkaldıran ve yatağı ile sergisine gider. Çok istediği sergi açılışına gitmemesi onun kalbi için bir felaket olurdu bence.
     Yeterince yatarak vakit geçirdiğini düşünen Frida öldükten sonra yakılıp küllerinin saklanmasını vasiyet eder. Frida'nın bu son isteği yerine getirilir. Cam kavanozda  saklanan kederli ama dirençli yaşamın külleri Frida'nın çocukluk yıllarının geçtiği müzeye çevrilen mavi evde muhafaza edilir.
      İkinci sınıf pembe dizi konusu olabilecek bir yaşam öyküsü gibi görünen fakat hayatın gerçekleri olan bir hayat... Asla pembe dizi olarak görmüyorum zira yaşadıkları kanımı donduracak şekilde.. Her düştüğünde elini tutmayanlara rağmen yeniden ayağa kalkan bir kadın. Kederli yaşamın başrolünü alan ama herşeye inat mutlu bir güvercin Frida.. 
     Benim için bir oyundur empati kurmak. 'Ben Frida Kahlo olsaydım hangi aşamada yarışı bırakırdım.' diye düşündüm. Yeni oyuncağının ne işe yaradığını nasıl oynandığını bilmeyen çocuklar gibiydim. Yarışı nerede bırakacağımı bilemiyordum.Empati kuramadım bu kez. Frida Kahlo olamıyordum.Yutkundum. (Ne hayatlar var diyerek derin bir iç çektim.) bu yaşam mücadelesini anlatacak cümlelerim yoktu heybemde...
     Her yaşam bir hikayeydi fakat sadece bazıları anlatılmaya değerdi...(Beynime kancaladığım sözlerden.) Frida Kahlo'nun yaşamı gibi... Frida'yı unutmayın. Her zorlukta Frida gelsin ve kazınsın beyninize kalbinize. Güçsüz olduğunuz her an  tavanındaki aynaya bakarak resim çizen Frida'yı hatırlayın.
     Unutmayın 'Her zaman yapılacak bir şey vardır.' Milyon kez düşseniz de milyon kez kalkacağınız günler diliyorum... 


21 Mart 2015 Cumartesi

Keyfe Keder Efendim

               
         Zigon sehpanın üzerinde duran unutulmuş cookie nin bana gülümsediğini farkedip koca bir ısırık aldım.  Imm enfess 'Amerikan kurabiyesi' bu Amerikalılar işi biliyordu.  Dinlediğim nihavent şarkı 'Bizim müziklerimiz kadar muhteşem şarkıları olmasada bazen işi biliyorlar.' diye fısıldıyordu adeta.
        'Bakmıyor çeşm-i siyah feryade yetiş ey gamze yetiş imdade' diyordu Adem Tay şarkıda. Bu nihavent şarkıyı ilk Hamiyet Yüceses'ten dinlemiştim Ahh ne müthiş söz ve müzik diye düşündüm. Yanıp sönen imlece takılı gözlerim eskileri yad ediyordu. Dışarda aceleyle yağan yağmuru seyrederken TÜRK SANAT MÜZİĞİ'NİN bu enfes nihavent şarkıyı tanımama vesile olan zamanları düşündüm.Öğrencililk yıllarımın geçtiği Sivas. Soğuk günlerinin aksine sıcak insanlar tanıdığım, Şef Kamil Şakar ve ekibi Türk Sanat müziği korosu. (Koronun bir üyeside bendim tabi.) :) Öyle değerli zamanlar geçirmiştim ki ömrümün sonuna kadar unutmayacağım anılar biriktirmiştim adeta.  Bakmıyor Çeşm-i Siyah'ta koroda seslendirdiğimiz parçalardan bir tanesiydi. Bazen kederle bazende sevinçle dinlediğim muhteşem parçalar kaydetmiştim beynime. 'Keyfe keder efendim' diyerek dinlediğim 'Dağların Ötesinde Kaybolan Ümitlerim' isimli uşşak şarkı da bunlardan bir tanesiydi. Solo söylenen ve zaman zaman da koronun eşlik ettiği  bir konser akşamı söyleyivermiştik bu parçayı. Ahh ne günlerdi. (İzlemek istediğinizi düşünerek alta linkini koyacağım. Haa unutmadan en önde sağ baştan 3. benim) :) Ne muazzam sözleri ve müzikleri vardı bu kalbimi sarhoş eden şarkıların.
       Ben çocukluğumu kısacık saçlar, kocaman pantolonlar geniş tişörtler giyen ve orasından burasından zincirler sallanan asi ruhlu bir kız çocuğu olarak geçirmiştim.(Kıkırdayıverdim o hallerim gözümün önünden adeta benimle eğlenerek geçiyordu.) Nasıl da değişiyordu insan sadece kılık kıyafetimiz değil bakış acımız dinlediğimiz müzikler, ağladığımız acılarımızın derecesi, mutluluklarımız vs. Herşey değişiyordu. Ama ne olursa olsun süregelen herşey bizlerin kimliğini tanımlıyordu. Bir zamanlar hiphop dinleyen şimdilerde ise sanat müziği(Sadece sanat müziği değil tabi.) dinleyende bendim. 
         Zeki Müren'li, Müzeyyen Senar'lı, Hamiyet Yüceses'li (Vs.'li) günler diliyorum efendim. Sanat güneşiniz hep doğsun...

20 Mart 2015 Cuma

Biraz Kişisel Gelişin Lütfen


                   Kişisel gelişim ve koca bir soru işareti.. Kişisel gelişim nedir? Kişisel gelişim merkezleri, kişisel gelişim testleri vs.. Kişisel gelişim bireyin yaşamından ölüme kadar olan geçen vakitte kendini geliştirmesidir. Ama bize bu tanım yetmez veya sizi pat diye narsist yapan internette dolaşan kişisel gelişim testleri ne yazık ki işimize yaramaz. Eveet efendim kişinin doktoru kendisidir klişesi bu defa doğru. Hani mutlaka demişlerdir size 'Beyninde bitir sorunları herşey sende bitiyor caanım efendim.' Yer yer bunlarda doğru. Keza geleceğin sosyoloğu olarak lafım sosyologlara psikologlara ve danışmanlara değil amaa önce siz biraz kişisel gelişin lütfen.  Bunun için adımlar atın.
                    Şimdi sizlere bir sır veriyorum. Bu yazımda bir arkadaşımı anlatacağım. kimse bilmesin istiyorum burdan ona seslendiğimi.( Ki birgün gerçek ve ünlü bir yazar olursam açıklayabilirim kim olduğunu) :) Belki sizde aynı şeyleri yaşadınız belki 'Benimde aynı dertten yakındığım kişiler.' var diyorsanız kendinizi bulabilirsiniz bu yazıda.
                    Sende insanlara hayır diyemiyorsun değil mi? Karşıdakini kırmaktan korktuğun için kendinden ödün vererek onu mutlu ediyorsun. Sonra değmediğini anlıyorsun. Al sana DOST KAZIĞI!!!
                     Bizler farkında olmadan VAROLABİLME NARALARI atarız. Kendimizi gösterme çabası içgüdüsel olarak gelişir. Bazılarımız bunları bastırır. Bastırılmış bu duygular bizlerin, biz gibi davranmasını engeller. Benim canım arkadaşım işte duygularını bastıranlardan. Hep kendini hiçe sayıp aman 'O' üzülmesin diyenlerden. Bazen dertleşiriz anlatır, kızarım ona. Bazen sadece kendiniz için yaşamayı denediniz mi? Deneyin kendiniz için yaşayın. Bizler herşeye evet diyerek yetiştirilen nesilleriz. Biri bizden birşey istiyorsa içimizden 'Off lanet olsun' der ama evet diye cevap veririz. Çeyrek asırlık yaşıma dayanarak söylüyorum eskiden böyle iken yeni nesil öyle güzel hayır diyor ki şaşırıyorum inanın. :) Keşke benim o canım arkadaşımda hayır diyebilse, biraz kendinin farkına varsa mükemmel bir insan olduğunu bilse, 'Hayır bu davranışın beni kırıyor.', 'Ben böyle olsun istiyorum.' diyebilse... (Ben arkadaşımın yanındayım onu değiştireceğim merak etmeyin.) Peki sizin farkınızda olan arkadaşlarınız var mı? Sanırım yok. O zaman ben söylüyorum: Kendinizin farkına varın bende bir bireyim deyiverin. Böyle olunca daha mutlu olacağınızı biliyorum.(Teşekkürleriniz için yoruma lütfen) :) 
                     Kendinizin farkına varabileceğiniz, 'Bu dünyada bende varım.' diyebileceğiniz günler diliyorum... Farkındalıklı kalın..